ANA SAYFA
HABERLER
HACIBEKTAŞ
HACI BEKTAŞ VELİ
KÜLTÜR VE SANAT
HBV Anma Etkinlikleri
Gürbüz Sapmaz
Mithat Bektaş
Kazım Kalaycı
Bektaşi Fıkraları

ALBÜM
SANAL GEZİ
KÖYLERİMİZ
KÜNYE  VE  İLETİŞİM
SİTE HARİTASI






  Hava Tahmini

HACIBEKTAŞ

HACIBEKTAS

HACIBEKTAS

HACIBEKTAS

HACIBEKTAS

HACIBEKTAS

Kaynak: Devlet Meteoroloji İşleri Genel Müdürlüğü

 



Buradasınız->: KÜLTÜR VE SANAT / 

2014 Yılı Hacı Bektaş Veli Kültür ve Sanat Etkinlikleri Kısa Öykü Yarışması Sonuçları:
1.İlyas ENGİZ “İÇİ PIR PIR ETMİŞ” adlı öykü ile.
2.Fehmi SALIK “BİR MAHPUSUN GÜNLÜĞÜ” adlı öykü ile.
3.Erdal GÖZE “DAĞLARINA BAHAR GELMİŞ MEMLEKETİMİN” adlı öykü ile.

2014 Yılı Hacı Bektaş Veli Kültür ve Sanat Etkinlikleri Serbest Vezin Şiir Yarışması Sonuçları:
1.Fehmi SALIK "YÜCESİN GÖNÜL" adlı şiiri ile,
2.Dr. Salim ÇELEBİ “RENKLERİN BEYAZINDA” adlı şiir ile.
3.Yalçın Devrim BOZDAĞ "GÖNÜL YÜCEDİR YERYÜZÜNDEN" adlı şiir ile.

MANSİYON: Mustafa ERMİŞ "YENİDEN" adlı şiir ile.

MANSİYON: Okan KAYA "DÜNYA AYAKLAR ALTINDA" adlı şiir ile.

2014 Yılı Hacı Bektaş Veli Kültür ve Sanat Etkinlikleri Hece Vezni Şiir Yarışması Sonuçları:

1.Hasan İPEK "GÖNÜL" adlı şiir ile,2014 Öykü-Şiir Yarışması

2.Nihat MALKOÇ “GÖNÜLE SESLENİŞ" adlı şiir ile.2014 Öykü-Şiir Yarışması

3.Canfer BALÇIK “BİRİMİZ BİR BİNİMİZ BİR” adlı şiir ile.2014 Öykü-Şiir Yarışması

MANSİYON: Ali Cem AKBULUT "GÖNÜL" adlı şiir ile.

MANSİYON: Yücel COŞKUN "CANLAR" adlı şiir ile.

 




Kısa Öykü Yarışması Birincisi

İlyas ENGİZ

İÇİ PIR PIR ETMİŞ

 

 

İstanbul’a her gidişimde, üniversitede öğrenciyken kaldığım Âşıklar Sokağı’ndaki evi gidip görmek istemişimdir. Gözden ırak gönülden de ırak denir ondan mı, yoksa eski heyecanlar kalmadı da ondan mı, gidemedim işte… Gençliğimle yüzleşmekten korkuyordum belki de…


Son gidişimde… Nasıl olduysa… Taksim’den aşağı yürür buldum kendimi. Anladım ki ben, gönlümün tutsağı bakışlarımın ardına takılıp yola koyulmuşum. İyi de etmişim. Etmişim ama ne yazık ki ben, yerinde duramayan, herkese her şeye sevdalı o genç değildim artık. Yersizlik duygusuyla nereye gideceğini bilemeyen ve Talimhane Semtine ilk kez gelmiş bir yabancıydım sanki. Bir yandan yürürken, bir yandan da geçmiş zamanlardan kalma tanıdık bir bakış veya dostça bir gülümseyiş özlemiyle gelen geçene bakıyordum. İnsanlar hiç yokmuşum gibi görmeden geçiyorlardı yanımdan. Ya ben, onların gözünde bir hiçtim, o yüzden görmezden geliyorlardı beni… Ya da ben, geçmişte dolaştığımdan, şimdiki zamanda görünmez olmuştum.


Bir tarihte… Uzunca bir kışın ardından… Haziran güneşi sırtınızı ısıtırken… Gençliğin ateşiyle kanınız fokur fokur kaynarken… Tam da yaşanacak günler dediğiniz günlerden birinde… Elinizde diploma denen bir kâğıt parçası… Sevdalısı olduğunuz İstanbul’u bırakır gidersiniz. Odanızı, anılarınızı… Gençliğinizin pembe düşlerini… Hayal kırıklıklarınızı… Rum kızına olan aşkınızı… Çok sevdiğiniz komşularınızı… Bir daha göremeyeceğinizi aklınıza bile getirmeyerek bırakır, sıladaki yuvanıza çekip gidersiniz Sonra yeni bir yaşamın kapıları açılır önünüzde. Yeni heyecanlar… Yeni bir aşk! Evlenirsiniz. Çoluk çocuk!


İstanbul’dan ayrılmadan önce, sokağın ve yaşayanlarının hep bıraktığım gibi kalacağını, canım istedikçe gelip göreceğimi düşünürdüm. Aradan neredeyse yarım asır geçmişti. İlerledikçe, belleğimde oluşan burgaçtan süzülerek, yıllar öncesine düştüm. Uzun yıllar üzerinde yürüdüğüm bu yolda, önüm sıra giden ayak izlerimi görür gibi oldum. Tozlu vitrinlerde de gençliğimin görüntüsünü… O zamanlar, sinekkaydı tıraş olur, giyinir kuşanırdım. Sokağa çıkıp da vitrinlerin önünden geçerken yan gözle ve kurumlanarak bakardım kendime. Gençliğin verdiği gururla kasılır şişinirdim. Şimdiyse, görüntüsü bana hüzün veren… Ak saçlı… Titrek… Hiç mi hiç gençliğime benzemeyen bir ihtiyar vardı camda.


Bunca yılda, ben ne yapmıştım kendime? Ya da kim ne yapmıştı bana böyle?


İki de bir hizayı bozup başımı yükselttiğim ve bu ülkede ben de varım, dediğim için birileri, kafama vurmuşlar da boyumu mu kısaltmışlardı?


Köşelerimi, sivrilerimi yontarlarken ufalmış mıydım?


Ya da yaşamın acı suyuyla yıkamışlar da çekmiş miydim?


Yıllar boyu şişinip kabardıktan sonra birden havası boşalmış da pörsümüş müydüm? 


Tabelalara bakıp anımsamaya çalışarak… Feridiye Caddesi’nden Farabi Sokak’a… Oradan inip Duvarcı Âdem Sokağı’na saptım. Durdum. Yenilemesi yapılmış binaların yanı sıra, onarılmayıp günümüze erişebilmiş tanıdık ve şimdi iyice köhneleşmiş evlere içim cızırdayarak baktım. Zamanın hırpalamasıyla, her an toz olup dağılıverecekmiş izlenimi veren bu köhne evlere baktıkça… Geçmişi bu yıkık dökük yerde aramanın ahmaklık olduğuna karar versem de gönlümün itelemesiyle durmayıp ilerledim… Âşıklar Sokağı’na vardığımda, her nasılsa içimde bir yerde sıkışıp kalmış duygu artıklarıyla karşılaşınca şaşırdım. Zaman koluma girmiş, unuttuğumu sandığım geçmişe sürüklüyordu beni. Bir zamanlar belleğime çakılmış, ruhuma kazınmış görüntüler, soluk alıp vermeye başlamıştı. Geçmişte yaşamışların kederli ve hüzünlü hayaletleriyle dolu bu sokakta duymadığım kadar ses, görmediğim kadar gölge vardı o anda.  


Taş merdivenli yolda yavaşça inerken… Birkaç basamak aşağıda durdum. Bir zamanlar kaldığım sokağa baktım. Köşeden aşağı ikinci ev… 18 numara…  Madam Filo’nun evi…  


“Bunca yıldır neredeydin be adam? Biliyor musun, siz çekip gittikten sonra buraların tadı tuzu kalmadı,”
dercesine acıklı bakıyordu bana ev. Ya da bana öyle demeliymiş gibi geldi. Onun harap ama gururlu duruşunu, geçmişi günümüze bağlayan bir iç çekişine benzettim. Hüzünlendim. Basmaya bile kıyamadığımız, üzerlerine oturup komşularımızla yarenlik ettiğimiz, şakalaştığımız eşik ve basamaklar, taşın da içine işlemiş kalın bir tozla kaplanmıştı.


Dilini, dinini, ırkını sorgulamadığımız; Türk, Rum, Ermeni, Süryani, Polonez komşularımız vardı. Dili, dini, rengi ne olursa olsun iyiler iyidir,*diye düşünenlerdendik. Akşamüzerleri sokakta, her dilden, her ırktan, değişik din ve mezheplerden insanlar… Eşiklerde oturur… Birbirlerini ötekileştirmeden konuşur… Yarenlik eder… Şakalaşırlardı. Eşikten eşiğe… Cumbadan cumbaya… Gönül köprüleri kurulmuştu. O köprülerden oluk oluk sevgi ve dostluk akardı. Kimse kimseyi yermezdi. Yalnızca bakmaz, birbirimizin içini görürdük.


Akademi’den dönüşümde, üstümüzdeki katta oturan Madam Anahid ve yan komşumuz Silva’yı eşikte otururken görürdüm. Gözlerinde çok yakın bir dostu görmenin ışıltısı… Hemen yana kayarlar… Oturmam için bana da yer açarlardı. Orada oturup dostluklarımızı ve sevgiyle buğulanmış soluklarımızı sigaralarımızın dumanlarına katıp karıştırarak ve içimize doldurarak muhabbet etmek, birbirimize güzel sözler söylemek, gönül almak çok hoşumuza giderdi.  


Zemin katta iki oda vardı. Biri, İTÜ Makine Fakültesi’nde okuyan amcaoğlum Namık’la birlikte kaldığımız oda… Arkadaki küçük bir bahçeye cepheli… İki pencereli… Pencereler arasında, gıcırtılı, kirli beyaz renk yağlıboyalı, üst kısmı camlı, tahta bir kapıdan bahçeye çıkılırdı. Güneş: “Ben, küf kokan bu odadan korkarım,” dercesine içeriye bile bakmadan pencerelerin önünden geçip giderdi kışın. Bahara doğru bahçedeki ağaçların dalları, çiçek ve yaprak özlemiyle ürperirdi. Baharın coşkusu gönüllerimize dolunca sevgi tomurcuklanır, ağaçlarla birlikte dostluklar da çiçek açardı. Buram buram sevgi kokardı her yanımız. Küçük bir bahçeye çıkılırdı odamızdan. Diğer evlerinkilerle birlikte bu bahçeler, orta büyüklükte bir avlu oluştururdu. Komşulukları tek mekânda buluşturan bu avlu, bize de kucak açan bir yürek bahçesi gibiydi. Cumbalar nasıl bir evin sokağa bakan gülen gözleriyse… Arka bahçeler de o evin komşuluğa, dertleşmeye, paylaşmaya açılan gönül kapılarıydı.


Cumartesi akşamları genelde bizim odada toplanılırdı.   


Mıgırdıç… Anahid’in kocası… Tornacıydı. Plastikten dökümleri yapılıncaya kadar, kadın ayakkabıları için sert ağaçtan topuk yapardı. Kulağında tornanın uğultusu, günün yükü ve yorgunluğu omuzlarında girerdi içeriye. Zayıf ve çelimsiz bir adamdı. Ama adam gibi adamdı.


O gece… Dostlukların zirve yaptığı, unutulmaz gecelerimizden biriydi… Bizim oda kapısından başını uzatıp gülümsemişti Mıgırdıç. Omuzlarında hayatın onca yüküyle dik durabilme çabası içindeki bir insanın, böylesine güler yüzlü, ince ruhlu, duygulu, sevecen ve uysal olması şaşırtıcıydı.  Hemen bir sandalye çektik altına. Külçe gibi çöktü. Bir kadeh şarap, bu yorgunluğun üzerine iyi giderdi. Bir bardak doldurup uzattım. Bir dikişte içti.


“Bir kadeh daha Müsü Mıgırdıç, yarın Pazar,” dedim, bardağını yeniden doldururken… 


Anahid kuyrik (abla), dudağında en yorgun anlarında bile çözülmeyen gülümsemesi, kocasına gösterilen yakınlıktan hoşnut… Ama onun sarhoş olup cıvıtmasından endişeli:


“Ne o öyle? Onun şerefine, bunun şerefine, deyip başınıza dikoorsunuz şarabı. Bakorum, bu gidişle papazın şerefine de içeceksiniz.


“Haydi, o zaman, papazın şerefine!” dedim.


“Böyle giderse adamakıllı papazı bulacaksınız vire!” diye atıldı Silva.


Cilveli tavırları, coşkusu ve fıkır fıkır oluşuyla bütün dost toplantılarımızın olmazsa olmaz konuğuydu Silva. Yan duvarı bizim odaya bitişik evde otururdu.


Madam Anahid, sessizliği hiç sevmezmiş. Yalnızlıktan nefret edermiş. Sıkça bize uğrar, bizimle konuşmak, dertleşmek isterdi. Bir gün yine, oldukça sessiz oturuyorduk Namık’la. Hava soğuk olduğundan dışarıya çıkmamıştık. Yukarıdan, üstümüzdeki odadan döşemeye vuruldu ve bağırdı Anahid: “Çocuklar! Gürültü yapmazsanız keçileri kaçiracayim. Hadi! Hoplayın… Zıplayın… Bağırın… Çağırın… Şamata yapın vire!”


Bir süre sonra Anahit, elinde bir tepsi… Tepside bir sürahi… İçinde evde yapılmış vişne likörü… Hüznünü giyip kuşanmış… Derdini takıp takıştırmış ve birikmiş sıkıntısı yüzünde çıkagelmişti. Sayfaları gözyaşlarıyla ıslanmış acıklı bir aşk romanından çıkmış gibi sırılsıklamdı.


Anahid, yüreğinde gizlisi saklısı olmayan duygulu, sevgi dolu gerçek bir dosttu. Dertleşirdik. Hüznü de neşeyi de paylaşırdık. Gülünce güzelleşirdi. İçinin güzelliği yüzüne vururdu. Saçlarını boyamazdı. Kırçıldı saçları. Etine dolgun ve elleri yumuk yumuktu. Çamaşır ve bulaşıkta pütürleşmiş parmaklarına evlilik yüzüğünden başka bir mücevher takmazdı.


Mıgırdıç, geride kalan bir haftanın yorgunluğuyla esnediği sıra, ağzını kapatabilmesi için başını yukarı kaldırması ve gözünü tavanda gezdirmesi gerekiyormuşçasına, bizim odanın gökyüzü görüntülü tavanına bakmıştı o gece. O baktı diye hepimiz bakmıştık. Özellikle Anahid, biraz da yüzü kızararak bakmıştı… “
Ne yaptınız da tavanı üzerimize göçürttünüz,” deyip şakadan takılmıştık onlara. İncitmeyen, gülümseten şakalar dostluklarımızın tuzu biberiydi. Sonra o curcunalı günü anımsayıp hep birlikte gülümsemiştik.


Bir gece, tüm evi ayağa kaldıran… Ansızın… Hiç beklenmedik… Umulmadık! Şaşırtıcı bir olay olmuştu. Sabaha karşı, hepimiz derin uykudayken… Bizim oda tavanının yorgun ve yaşlı bağdadi sıvası, büyük bir gürültüyle üzerimize göçmüştü. Yumuşak yün yorganlarımız bizi korumuştu. Göz gözü görmez bir tozla kaplanmıştı odanın her yanı. Korkulu ve pörtlemiş gözlerle yataklarımızdan fırlamıştık. Gürültüye uyanan binadaki herkes, merdivenden yuvarlanırcasına, koşuşturmuşlardı aşağı kata. Şaşkınlığımız geçer geçmez, kahkahalarla gülmeye başlamıştık. Bizi o perişan halimizle bırakıp da çekip gitmediler. Pencereler açıldı. Oda havalandırıldı. Kısa süre içinde moloz süpürülmüş, yorgan çarşaf, toza bulanmış ne varsa silkelenmişti. Elbirliğiyle çekidüzen verilmişti odamıza.  


Kadehler yeniden tokuşturulmuş. Ağızlar peltekleşmiş. Dudaklar yamuklaşmıştı. Diller dönmez olmuştu ağız içinde. Birbirimizin yüzlerine bakıp sevgiyle gülümserken, aynı anda da, paylaşmak için özel günlere saklanmış ev yapımı şaraptan yudumluyorduk.


Göçümden sonra, yalnızca çıtaları ve volta tipi döşemenin putrelleri görünen tavan, uzun süre öylece kalmıştı. Bir gün Namık’la çok çirkin görünen tavanı kâğıtla kaplamaya karar vermiştik. O zamanlar çocukların okul defterlerini kaplamada kullanılan büyük boy kırmızı ve mavi kâğıtlar vardı. Gökyüzü görünüşü vermek için tavanı, o kâğıdın mavisiyle kaplamıştık. Üzerine de parlak renkli elişi kâğıtlarından hazırladığımız gökcisimlerini yapıştırmıştık. Güneşi, Ayı Satürn’ü, Jüpiter’i, öteki gezegenleri ve çok sayıda yıldızı yerleştirmiştik gökyüzüne.


Namık’la göz göze gelmiştim. Mezuniyeti yaklaştığından ve çok yorucu bir öğrencilik geçmişinin ardından, gelecek onun için bir başka anlama bürünmüşken, ne yıldızlar, ne de gezegenler umurunda bile değildi o anda. Körkütük sarhoştu ve başka düşler içindeydi
.


İçkiden kızarmış yüzüne bakınca, iki ay önce anlattıklarını anımsamıştım…   


Oldukça sağalmış görünmüştü gözüme…


“Kış diyorum ya, şimdi bile dilimi üşütüyor bu sözcük,” demişti o günleri anlatırken.


Ders yılının ikinci yarısında, Bafra’dan dönüşümde karayolları kardan kapanmış ve Samsun’dan bindiğim trenle ve üç gün süren bir yolculukla, sanırım mart ayının ilk haftasıydı, İstanbul’a dönebilmiştim. Eve vardığımda Namık’ı beti benzi solmuş, bir deri bir kemik, kikiriği çıkmış ve iskelet kılığına girmiş bir durumda bulmuştum. Gribe, paçavra hastalığı denmiş olmasındaki gerçekliği, onu öyle görünce daha iyi anlamıştım. O yıllarda Asya Gribi mi, yoksa Honkong gribi mi, adı batsın, bir salgın olmuştu. Meğer bizim Namık da son yıl imtihanlarının yorgunluğu ile güç kaybetmiş… O adı batasıca gribe yakalanmış… Çok ağır hastalanmış.


Beni görür görmez sulanan gözlerle boynuma sarılmıştı. Burnunu çekerek koklamıştı beni. Derime sinmiş memleket kokusunu uzun süre içine çekmişti. Sonra olan biteni anlattı:


Gece ve soğuğun el ele verip sinsice sokulduğu… Bir karabasan gibi evlerin üzerine çöreklendiği… Issız, sessiz ve ürkütücü gecelerden birinde Namık… Öyle kötüleşmiş, öyle ağırlaşmış ki, inleyip dururmuş gece boyu. Yalnızlıktan ve kendini savunmasız hissetmekten olacak, içine dolan hüzünle kalbi daralıyor, bitkinliğinden yerinden bile kımıldanamıyormuş. Soğuktan camlar buz kesmiş… Pencereden soğuğun ürkütücü ıslık sesleri duyuluyormuş…


Ve Namık, çok ama çok üşüyormuş. Çok da korkuyormuş…


Üst katta Anahid, sıcacık yatağında… Mışıl mışıl uyurken… Birden… Böğründe bir sıkışıklık duymuş ve içi pır pır etmiş. Sıkıntıyla uyanıvermiş. Yedi kat yerin altından gelircesine iniltiler duymuş. Kulak vermiş… Bu seslerin hemen altlarından, bizim odamızdan geldiğini anlamış. Gece yarısını geçmişmiş. Hemen fırlamış yatağından… Sabahlığını geçirmiş sırtına… “Bana ne ya elin oğlundan! Ne dini dinimden, ne ırkı ırkımdan,” dememiş. Mıgırdıç da uyanmış, o da: “Sana ne ya, elin adamından! Ne dini dinimizden, ne ırkı ırkımızdan, bırak ya ne hali varsa görsün,” dememiş. Anahid, soğuk, dememiş. Her yer buz kesmiş, dememiş. Tiril tiril titrese de… Bir elinde kova… İçinde kocasının atölyesinden getirdiği yonga ve tahta parçaları… Öteki elinde ilaç ve ıhlamur yaprakları… İnmiş aşağıya. Soğuk bir demir parçasından başka bir anlam taşımayan… Soğuk duruşuyla bakanları bile üşüten… Bizim suratsız sobayı tutuşturmuş ilkin. Anahid, o acı soğukta dışarı çıkıp kalan üç beş odunu içeri taşımış. Bir süre sonra sobanın yanakları kızarmış. Oda ısınmış. Sonra elini hastanın alnına koymuş. Bir de ne görsün, ateş olmuş harlı harlı yanıyormuş Namık. Anahid, ıhlamur kaynatıp içirmiş. İlaç içirmiş. Bir anne gibi duygulu… Uykulu… Ve dalıp dalıp giden gözlerle başında beklemiş. Neden sonra… Sabaha karşı… Gözlerini açmış Namık… Gözlerinin içi gülüyormuş… Anahid de bir sevinç, bir sevinç! Elini göğsünün üstüne bastırıp kendi inanışında çok şükür anlamına gelen bazı sözler mırıldanmış. Bir süre sonra oda iyice ısınmış. Boncuk boncuk terlemeye başlamış Namık. Bu kez analarımızın yaptığı gibi sırtına ve göğsüne havlu koymuş. Ter, sel olup akmaya başlamış Namık’ın boynundan kuyruk sokumuna kadar. Yastığı bile ıslanmış. Çekip giderse soba sönecek! Soba sönünce oda soğuyacak! Oda soğuyunca da hastanın sırtı buz kesecek! Anahid, yerinden kımıldayacak kadar bile gücü kalmamış genci soymuş… Vıcık vıcık tere bulanmış sırtını, göğsünü bir anne, bir abla şefkatiyle silmiş. Valizinden temiz çamaşırlarını bulup giydirmiş. Donunu eline verip: “Hadi, utanma! Ben bakmorum, değiştir şunu!” demiş arkasını dönerek. Sonra sırtını sıvazlayarak yatırmış Namık’ı yatağa. Sıkı sıkıya örtmüş üstünü. Gün ışırken: Hadi geçmiş olsun, deyip, omuzlarında melek kanatları… İyilik yapmış olmaktan mutlu… İliklerine kadar sevinç titremesiyle ve içsel bir erinç duygusuyla yatağına dönmüş.


Kendime sorarım sık sık:  Anahit’in yaptığı bu insanlığı hangi kadın yapar günümüzde?            


Analarımız, bacılarımız gibi elleri öpülesi bir Anadolu kadınıydı Madam Anahid. Ablamızdı… Mıgırdıç da özgüvenli, fesatlık nedir bilmeyen bir Anadolu adamıydı.


Üstümüzde güneşin, ayın ve yıldızların bir arada bulunduğu bizim dost dünyamızı sarmalamış gökyüzümüzün altında… Bu güzel, iyi yürekli, candan insanlarla birlikte olmaktan çok mutluyduk o gece. İyileşmesinden bu yana ilk kez bu denli sevinçli ve yaşam doluydu Namık. Baharın coşkusu hem onun hem de bizim tüm davranışlarımıza yansımıştı.      

              Sevgi muhabbet kaynar, yanan ocağımızda.

                 Bülbüller şevke gelir, gül açar bağımızda.

                 Hırslar, kinler yok olur, aşkla meydanımızda.

                 Aslanlarla ceylanlar, dosttur kucağımızda. **  


Güzel Sanatlar Akademisi Yüksek Mimarlık Bölümü’nden mezun olalı beri ilk kez gelmiştim eski sokağıma… İyi ki gelmişim. Bir daha gelebilir miyim, bilemem. Kısmet!


Ayaklarım oturma özlemiyle bükülmeye başlamıştı. Bir kâğıt mendil serip oturdum köhne evin eşiğine… Dirseklerimi dayadım dizlerime. Ruhumun yaşamakta direnen arzusu karşısında iyice tükenmiş bedenim, nasıl davranacağını bilemeyen bir anlamsızlıkla titremekteydi.


Ayrılırken, tozlu, kasvetli pencere camları üzerinde gezdirdim gözlerimi. Renkleri solmuş, pırtık çamaşırlar asılı cumbadan cumbaya gerili iplerde. Zaman binaları hırpalarken belli ki dostlarımı da alıp götürmüş… Çöp arabalarının durduğu yerde, üst yolda, Duvarcı Âdem Sokağı’nda cenaze arabaları da durmuş, tanıdık kim varsa alıp alıp götürmüş olmalı…


Ne kalmış geriye o günlerden?

Sefaletin çirkinleştirdiği zamana yenik düşmüş köhne evler!

Yoksulluğun tırmaladığı,  insan yüzleri!

Ve anılar… Anılar…                                                     

                                                                     *….**…. HACI BEKTAŞ VELİ

 

 

 

 

 

 

 

2014 Yılı Hacı Bektaş Veli Kültür ve Sanat Etkinlikleri Kısa Öykü Yarışması Sonuçları:
1.İlyas ENGİZ “İÇİ PIR PIR ETMİŞ” adlı öykü ile.
2.Fehmi SALIK “BİR MAHPUSUN GÜNLÜĞÜ” adlı öykü ile.
3.Erdal GÖZE “DAĞLARINA BAHAR GELMİŞ MEMLEKETİMİN” adlı öykü ile.

2014 Yılı Hacı Bektaş Veli Kültür ve Sanat Etkinlikleri Serbest Vezin Şiir Yarışması Sonuçları:
1.Fehmi SALIK "YÜCESİN GÖNÜL" adlı şiiri ile,
2.Dr. Salim ÇELEBİ “RENKLERİN BEYAZINDA” adlı şiir ile.
3.Yalçın Devrim BOZDAĞ "GÖNÜL YÜCEDİR YERYÜZÜNDEN" adlı şiir ile.

MANSİYON: Mustafa ERMİŞ "YENİDEN" adlı şiir ile.

MANSİYON: Okan KAYA "DÜNYA AYAKLAR ALTINDA" adlı şiir ile.

2014 Yılı Hacı Bektaş Veli Kültür ve Sanat Etkinlikleri Hece Vezni Şiir Yarışması Sonuçları:

1.Hasan İPEK "GÖNÜL" adlı şiir ile,

2.Nihat MALKOÇ “GÖNÜLE SESLENİŞ" adlı şiir ile.

3.Canfer BALÇIK “BİRİMİZ BİR BİNİMİZ BİR” adlı şiir ile.

MANSİYON: Ali Cem AKBULUT "GÖNÜL" adlı şiir ile.

MANSİYON: Yücel COŞKUN "CANLAR" adlı şiir ile.





Kısa Öykü Yarışması İkincisi

Fehmi SALIK

BİR MAHBUSUN GÜNLÜĞÜ


Otuz kişilik koğuşta kırk beş kişi kalıyordu.


Şansı yaver gitmiş, çekilen kura sonucu tek kişilik yatak isabet etmişti ona.


Arkadaşlarına göre o, daha yaşlıydı. Okumuştu. Eğitimciydi. Koğuştakiler, iki kat oluyor önünde, “Hocam” diye sesleniyorlardı ona.


Koğuş arkadaşlarının hiçbiri, çalıp çırpmamış, namusa kem gözle bakmamış, cana kıymamıştı. Tümünün alnında “düşünce suçlusu” diye yazıyordu.


En büyük suçlu, “hoca”nın kendisiydi.


Bu yargıyı kendisi dile getirmişti bir konuşmasında:


“Büyük suçlu benim. Önce ‘düşünme’yi öğrendim; sonra da öğrencilerime öğrettim bu kavramı. Sürekli okudum. Onlara da okumalarını öğütledim. Yaşamım boyunca o güzel söz, kılavuzum oldu hep: ‘Okumayan insan, düşünemez.’ Bu yolu izledim; bu yolda yürüdüm soluksuz. Egemen gücün hoşuna gitmedi bu yürüyüş. Engeller/setler yığdı yolumuzun üstüne. Bir ben değildim bu yolda yürüyen; yüz’ler, bin’ler, on bin’lerdik. Görüyorum ki sizler de bu yolun yolcularısınız…”


Koğuşu bir sınıf gibi görür, anlatır anlatırdı hoca. Koğuş da onu, nefesini tutarak dinlerdi.


Yastığının, döşeğinin altı kitaplarla doluydu hocanın.


“Bunlarla ısınıyor, bunlarla serinliyorum” diyordu. Gardiyanlar da bu tutuma ses çıkarmıyorlardı nedense. Koğuşun “bir bilen”i, canlı “google’ı hocaydı artık.


Hocanın en belirgin özelliklerinden biri de “günlük” tutmasıydı. Her yılın aralık ayı sonlarına doğru ilk işi, bir yeni yıl ajandası almak olurdu. Her gününü not ederdi. Uzun yazdığı günler, ajanda yetmezse çizgisiz kâğıda yazar, ajandaya eklerdi. Zaman zaman yazdıklarını açar okur, bu durumdan büyük bir haz alırdı. Böylece günlerinin daha çabuk geçeceğine inanırdı.


O gün de başucunda bulunan ajandalardan birini çekip aldı; rastgele bir yeri açtı; koğuşun çaycısı Ferhat’ın sorusu ve kendisinin ona verdiği yanıtla karşılaştı. Yazılanları ağır ağır okumaya başladı:


“-Hocam, okumaya merak sardığınız ilk günleri biraz anlatır mısınız bizlere?


-Bak Ferhat, ben köyde doğdum; ilkokulu köyde okudum. Ülkemizin hemen 
 hemen her kentinde bir ‘Ulu cami’ vardır. Bizim kentimizde de böyle bir cami vardı. Kente her gidişimde ilk işim, caminin önündeki kitapçılara uğramak olurdu. Boy boy, renk renk, dizi dizi kitapların önünden ayrılmak istemezdim. Hz. Ali’nin cenklerine dalardım. ‘Kan Kalesi, Hayber Kalesi, Ecel Kuyusu’ yan yanaydı. Ağzımın suyu akarak bakardım onlara. Biraz aşağıda ‘Köroğlu, Zaloğlu Rüstem, Horasanlı Eba Müslüm’ göz kırpardı bana. Düşünebiliyor musun Ferhat, on bir yaşlarındayım o zaman. İlkokulda bir eğitmen okutuyordu bizi. İşte bu okuma sevgisini ondan aldım ben. Ta o zaman gönlümden bizi okutan eğitmen gibi olmak geçerdi. O saydığım kitapları bir bir okudum. Önünde durup hayranlıkla izlediğim yapıtlardan biraz daha söz edeyim size: Caminin avlusunda taşların üstüne serilmiş bir durumda Kerem ile Aslı’yı, Leyla ile Mecnun’u, Arzu ile Kamber’i, Tahir ile Zühre’yi görürdüm. Onların karşısında Esat Mahmut Karakurt ile Kerime Nadir’in yapıtları sıralanırdı: ‘Allahaısmarladık, Son Gece, Kadın Severse, Ankara Ekspresi; Hıçkırık, Günah Bende mi, Uykusuz Geceler…’ Bu saydıklarımı da okudum. Aradan bunca zaman geçti, bunların hiçbirini unutmadım. Daha sonraları Halide Edip’i, Yakup Kadri’yi, Falih Rıfkı’yı, Reşat Nuri’yi tanıdım. Yatılı okulun birinci sınıfında ‘Dünya Klasikleri’yle kucaklaştım. Çok geçmeden okulda ‘Kütüphane Kolu’na seçildim. Herkesten geç yatar, herkesten önce kalkardım. Etütlere tek başıma girdiğimi hiç anımsamam; yanımda ya Maksim Gorki, ya Dostoyevski, ya Andre Gide bulunurdu. Bazı günler Gogol, Ernest Hemingway, ya da Victor Hugo eşlik ederdi bana. Gün olur ‘Ezilenler’i, gün olur ‘İzlanda Balıkçısı’nı, bazı günler de ‘Gazap Üzümleri’ni görmek mümkündü koltuğumun altında. Dört duvardan oluşan okul kütüphanesine kapandığım günler, dünyam daha da genişliyordu. Bir saat içinde İrlanda’ya rahat gidebiliyor, Charlotte Bronte’nin konuğu olabiliyordum. Bir başka gün Erksine Caldwell’in Tütün Yolu’nda Jester Lester’le birlikte Amerika’nın Georga’sında gezinebiliyordum Gün de oluyordu ki Victor Hugo’nun kahramanı Jean Valjan ile Sefiller’i oynayabiliyordum. İşim bitince ‘gönül atı’na binip yeniden ülkeme dönüyor; Orhan Kemal, Yaşar Kemal, Kemal Tahir harmanlarından yeterince yararlanabiliyordum. Daha sonra boş durmuyor; Nâzım Hikmet, Ahmet Arif, Enver Gökçe, Hasan Hüseyin deryasına dalıyor; gün boyu çıkmıyordum hiç. Kimi günler de Hallac-ı Mansur’un, Hacı Bektaş Veli’nin, Hatayi’nin, Nesimi’nin, Pir Sultan’ın sofralarında karnımı doyuruyordum…”


Hoca, çaycı Ferhat’a verdiği yanıtın altına yazdığı şu kısa notu da okudu:


“Koğuş soluksuz dinledi beni. O günden sonra koğuş arkadaşlarım, bir değişik baktı bana…”


Elindeki günlükten bir iki yaprak daha çevirdi hoca; bir yere gelince durdu. Buraya yazdıkları da uzunca olmuştu; koğuş arkadaşlarıyla bir panel gerçekleştirmişlerdi o gün.


Hoca, o gününü de okudu:


“Soruyu eczacı Nevzat, yöneltti:


-Sevgili Hocam, iyi bilirsiniz ki insan bedeni, sadece etten/kemikten, damardan/kandan oluşmuş bir yapı değildir; onu diğer canlılardan ayıran birkaç belirgin özellik vardır. Aklıma ilk gelenler şunlardır hemen: Akıl, hayal, vicdan, düşünme, gönül… Kuşku yok ki bunlar birbirleriyle bağlantılı ve iç içedir. Beni en çok ‘gönül kavramı’ düşündürüyor. Biraz açımlayabilir misiniz bunu?


-Nevzat kardeşimi yanıtlamaya çalışayım gücümün yettiğince.


Önce sizlerle bir arada olduğumdan dolayı kazandığım mutluluğu, yine sizlerle paylaşmak isterim.


Burası hapishane değil, bir okul; bulunduğumuz yer koğuş değil, bir sınıf olarak belleğime oturmuş benim. Gönül ister ki tüm koğuşlar da böyle olsun. Dikkat ederseniz düşündüklerimi sergilemeye ‘gönül kavramı’yla başlamış oldum.


Gönül, sevginin/ güzelliğin dilidir bir bakıma; dileğin/ isteğin dilidir; bu kavramların gerçekleşmesini ister. Öyle kutsal bir kavram ki büyüklüğü, varsıllığı tartışılmaz; ne tartılır ne ölçüye sığar. Bu kutsal kavramın sınırları içinde kini/ garezi, öfkeyi/hakareti göremezsiniz. İnsanlığın kabullenmediği kötü oluşumlar, gönlümüzün konuğu olamaz. Gönül, barışın dilidir. Bu kavram, sadece insanlar için geçerlidir; diğer canlılardan hiçbir varlık, bu güzel kavrama sahip değildir. Gönül, içten geçirmenin/ düşünmenin adıdır…


Dicle Üniversitesi Türk Dili/ Edebiyatı öğrencisi Naim Başeğmez söze karıştı:


-Değerli Hocam, anlattıklarınıza katkı olur düşüncesiyle bir çimdik tuz da ben atayım çorbaya. Öğretmenlerimiz bize bu alanda şunu öğretmeye çalıştılar hep: ‘İnsandaki gönül, Allah’ın Kâbe’si ve tahtıdır.’ Düşünürlere göre gönlün değeri, olabildiğince büyüktür. Hatta büyük şairlerimizden biri ‘Bir gönül almak, yüz bin Kâbe yapmaktan daha üstün ve daha hayırlı bir iştir’ demiştir…


-Naim kardeşim, çok yerinde bir vurgulama yaptı. Sözünü ettiği şair, Alevilerin ‘yedi ulu şairleri’nde biri olan Hatayi’dir. ‘Gönül’ denen varlığın büyüklüğünü ve önemini dile getirdiği dörtlük şöyledir:

 

‘Hatayi hal çağında

Hak, gönül alçağında

Yüz bin Kâbe’den evladır

Bir gönül al çağında…’


Yine, adı dillere destan olan koca Yunus; gönlün kutsallığını, şu dizeleriyle insanlığa armağan etmiştir:

 

‘Gönül Çalap’ın tahtı

Çalap, gönüle bahtı

İki cihan bedbahtı

Kim gönül yıkar ise…’


Gönül, daha nice şairimizin dilinde, debisi bol bir sevgi ırmağı olup gürül gürül akmıştır günümüze dek…


Naim Başeğmez, dayanamadı:


-Sevgili Hocam; divan şairlerimizin piri sayılan Fuzuli, o meşhur kasidesinin girişinde gönlünü ‘ateşlerin sardığından’ söz eder. ‘Bu ateşleri, gözlerden dökülen damlaların söndüremeyeceğini’ dile getirir. Öyleyse gönül, biraz da ‘aşk’la yoğrulmuş olsa gerektir. Gönülde tutuşup harlanan hoş bir ateştir bu. Öyle hoştur ki bu ateş; Aslı’nın uğruna Kerem’i, tutuşturup küle çevirmiştir; Ferhat’ın eline kazmayı verip dağları deldirmiştir; Kays’ı, Mecnun edip çöllere salmıştır…


Stajyer avukat Mehmet Gönlübol araya girdi:


-Gönül, bir bakıma adaletin/ paylaşımın adıdır; gerçek şu ki: varsılda da vardır, yoksulda da. Ayrımcılık yoktur onda. Okumuşunda/ okumamışında, yaşlısında/ gencinde o vardır. Gönül; renk/ırk, dil/cins, din/mezhep, bölge/ülke tanımaz; adı ‘insan’ olan her kişinin içine kurmuştur tahtını. Sesine hayran olduğumuz gül dalında öten bir bülbüldür gönül. Onca kitap yaprağı çevirmiş sevgili hocamızın içinde nasıl öterse; çaycı Ferhat’ın, eczacı Nevzat’ın, öğrenci Naim’in, hepimizin içinde de öyle öter…


-Savunman kardeşimiz çok haklı. Adaletin en soylu dağılımını, ‘gönül fotoğrafı’nda rahat görebiliriz. Belki de insanın yüreğidir gönül; belki de yüreğimizin
soyut bir varlığa dönüşümüdür. Öyle bir varlık ki Karun’un hazinesi, çok küçük kalır onun yanında. Evet, insan bedenine sığan bu varlığın büyüklüğüne, koca dünya dar gelir. O, ötüşü hoş bir bülbül ki hiç susmaz. Şurada tamı tamına kırk beş kişiyiz. Kim bilir her birimizin gönlünde ne aslanlar yatıyor şimdi. Önemli olan, içimizdeki o aslanların kediye dönmemesi, içimizde öten bülbüllerin susmaması/ susturulmamasıdır…”


İşin burasında hoca, ajandasını kapattı; şöyle bir göz attı koğuşa.


Her günkü görünüm, yine aynı minval üzere devam ediyordu.


Ajandayı yerine koydu; yastığı başının altına çekti; gözlerini karşı duvara sapladı; daldı.


Kim bilir neler geçiyordu arkadaşlarının gönlünden…

 

 

 

 

 

 

 

2014 Yılı Hacı Bektaş Veli Kültür ve Sanat Etkinlikleri Kısa Öykü Yarışması Sonuçları:
1.İlyas ENGİZ “İÇİ PIR PIR ETMİŞ” adlı öykü ile.
2.Fehmi SALIK “BİR MAHPUSUN GÜNLÜĞÜ” adlı öykü ile.
3.Erdal GÖZE “DAĞLARINA BAHAR GELMİŞ MEMLEKETİMİN” adlı öykü ile.

2014 Yılı Hacı Bektaş Veli Kültür ve Sanat Etkinlikleri Serbest Vezin Şiir Yarışması Sonuçları:
1.Fehmi SALIK "YÜCESİN GÖNÜL" adlı şiiri ile,
2.Dr. Salim ÇELEBİ “RENKLERİN BEYAZINDA” adlı şiir ile.
3.Yalçın Devrim BOZDAĞ "GÖNÜL YÜCEDİR YERYÜZÜNDEN" adlı şiir ile.

MANSİYON: Mustafa ERMİŞ "YENİDEN" adlı şiir ile.

MANSİYON: Okan KAYA "DÜNYA AYAKLAR ALTINDA" adlı şiir ile.

2014 Yılı Hacı Bektaş Veli Kültür ve Sanat Etkinlikleri Hece Vezni Şiir Yarışması Sonuçları:

1.Hasan İPEK "GÖNÜL" adlı şiir ile,

2.Nihat MALKOÇ “GÖNÜLE SESLENİŞ" adlı şiir ile.

3.Canfer BALÇIK “BİRİMİZ BİR BİNİMİZ BİR” adlı şiir ile.

MANSİYON: Ali Cem AKBULUT "GÖNÜL" adlı şiir ile.

MANSİYON: Yücel COŞKUN "CANLAR" adlı şiir ile.

 

 



Kısa Öykü Yarışması Üçüncüsü

Erdal GÖZE

DAĞLARINA BAHAR GELMİŞ MEMLEKETİMİN

Annem öldüğünde altı yaşındaydım. Bir sabah uyandığımda en değerli, en sevdiğim oyuncağımın kırıldığını söylediler. Boğazıma bir şeyler düğümlendi sanki. Olduğum yerde kalakaldım. Kanadı kırık serçe kuşlarını, yuvası bozulmuş karıncaları düşündüm. O kadar. Sonra evimize tanıdık tanımadık bir sürü insan doluştu. Her gelen feryat figan kopararak Yasinler Fatihalar okudu. Cümleler arasında upuzun suskunluklar, yerli yersiz iç çekişler oldu. Sonra camii bahçesinde hep beraber toplanıp annemi sırtladılar. Şehir merkezindeki mezarlıklar yıllar öncesinden dolmuş olduğundan herkesin yaptığı gibi uzağa en uzağa götürdük annemi. Şehirden ve insanlardan uzakta lal kesilmiş insanlar diyarına doğru yola çıktık. Mezarlıkta, babaannemin kolları arasında olup biteni izliyordum. İnsanlar alelacele toprağa verip annemi oradan kaçmak istiyorlardı sanki. Kavak ağaçlarına döndüm yüzümü. Dallarında, yapraklarında yas duruyordu. Sessiz ve samimi. Birden babamla göz göze geldik. Onu ilk kez ağlarken görüyordum. Elinde sapı kırık bir kürek, annemin üzerine toprak atıyordu. Can yoldaşına karşı son görevini yapıyordu. İnsanlar geldikleri gibi hızla dağıldılar. Ellerimi, annemin üzerini örten sıcacık toprağa soktum. Ve annemin neden bu kadar erken gittiğini sordum kendime. Çiseleyen yağmur bana cevap veriyor gibiydi.


Annem öldüğünde altı yaşındaydım. Omuzlarıma dökülen altın sarısı saçlarım, kocaman gözlüklerim vardı. Babam saçlarımı okşar bana Yusuf’un Gömleği’ni anlatırdı. Annesi genç yaşta ölünce öksüz kalmıştı gül yüzlü Yusuf. Anne sıcaklığını baba kucağında bulmuştu. Sabrı sayesinde kulluktan peygamberliğe, zindandan saraya yükselmişti.


Annem öldüğünde babam kırk yaşındaydı. Çocuk şubede görevli bir polis memuruydu. Daha yüksek görevlere geçmesi için terfi geldiğinde O, gençlerle, çocuklarla ilgilenmeyi tercih etmişti. Sade bir polis memuru olarak başladığı görevini yine aynı şekilde sonlandırmak istemişti. Sokak çocuklarıyla iyi anlaşırdı. Göreve başladığından beri hep çocuklarla uğraşmış. Onlarla ağlamış, onlarla gülmüş. Bir kişiyi bile sokaktan kurtarsak kardır diye düşünürdü. Trafik ışıklarında aracınızın yolunu kesen, köprü altlarında tiner koklayan, kaldırımlarda dilendirilen çocukların vebali bizim boynumuzda, gömleğimizin yakasında derdi.


Annemin ölümünün üzerinden bir hafta geçmişti. Babam çalıştığı karakola yerinin değişmesi için bir dilekçe yazmıştı. Sabah erkenden dilekçeyi vermek için babamla karakolun yolunu tuttuk. Yol boyunca hatıralarından bahsetti. Yeri geldiğince geçmiş zaman mesellerini sıkıştırırdı araya.  Zaten babam eski zaman dervişleri gibiydi. Kullandığı tabirleri, kelimeleri düşünmekle geçerdi zamanım. Örneğin önemli bir görüşme yapacağı zaman, bir kapıyı açıp içeri girmesi gerektiğinde hep şöyle derdi; Ey kapıları açan Allah’ım, bizim için de hayırlı kapılar aç. Yine öyle yaptı. Beni karakolun bekleme salonunda bırakıp baş komiserin odasına girdi. Bir süre sonra babam gülümseyerek çıktı baş komiserin odasından. Kapı arasında konuşmaya devam ettiler. Görev yerinin değişmesi için verdiği dilekçe kabul edilmişti. Nasıl mı anladım? Baş komiserin şu cümlelerinden;


-Vallahi Ali, Allah akıl fikir versin diyeceğim, ama sen aklı başında birisin. İnsanlar tayinini buralara aldırmak için bin takla atarken, sen tutmuş doğuda güneydoğu da göreve hazırım diyorsun. Kültürü, geleneği, dili farklı insanların arasına karışmak istiyorsun. Tayin konusunda sıkıntı olmaz. Halledilir. Ne diyeyim, bahtın açık olsun.


O gün, gün batıncaya kadar, baba kız şehrin altını üstüne getirdik. Ayak tabanlarım şişince babama döndüm;


-Baba ben yoruldum artık. Şuradan şuraya adımımı atamam.


-Peki, sana gün kurusu alayım desem!


Babam benim hassas noktamı çok iyi biliyordu. Gün kurusu denince benim için akan sular dururdu. Ben de nedense kimsenin sevmediği, unutulmaya yüz tutmuş şeyleri severdim. Güneş altında kurutulmuş kayısıları…(ki kayısı serilmiş naylonların başına oturmuş kayısı yerken çekilmiş onlarca fotoğrafım var.) Semaverden çay içmeyi… Çizgi filmler yerine toprak evlerin damına uzanıp yıldızları seyretmeyi hiçbir şeye değişmezdim.


Koca binaların arasına gizlenmiş rengârenk bir dükkânda güler yüzlü bir adam karşıladı bizi. Ben aktardaki kokularla mest olmuşken aktar, bizim evin bir alıcısı çıktığını söyledi. Birden ayıldım. Babam, annemin vefatından sonra evimizi satılığa çıkarmıştı. Ciddi bir alıcı olursa çok fazla şarta şurta bakmadan evimizi satıp buralardan gitmeyi düşünüyordu. O aktarda şartlar ayaküstü konuşuldu. Alıcı, palas pandıras görüşmeye geldi. El sıkışıldı. Benim gün kurusu tartılıncaya kadar her şey olup bitmişti. Ev satıldı. Büyük eşyaların çoğu olduğu yerde bırakıldı. Kalanlar da birkaç saat içinde kolilendi. Kamyona yüklendi.


Kamyon şoförü yol boyunca babamı lafa tuttu. Sonra laf döndü dolaştı babamın mesleğine geldi. Babamın polis olduğunu öğrenince bir memleket meselesi patlak verdi ki sormayın gitsin. İsterseniz bu uzun nasihati şoför amcanın ağzından dinleyelim.


-Vallahi memur bey, bizim oralarda devletin adamları pek sevilmez. Hani buna sebep biz bir suçluysak, polis, asker iki suçlu. Kendilerini çok sevdirmediler. Halkla içli dışlı olmadılar. Hep uzak durdular. Böyle olunca tabii halk başka yerlerden medet umdu. İşin aslı biz Türk, Kürt, Alevi, Çerkez diye bir ayrılık ğayrılık da bilmedik bu yaşımıza kadar. Benim gelinim, hani Türk diyeceksen özbeöz Türk. Anasından, atasından, kendisinden bir kötülük görmedim billahi. Öz ğızımdan daha çok severim, o da saygıda ğusur etmez. Yıllarca kız alıp vermişiz, akrabalık bağları kurmuşuz. Memur bey yine etle tırnak olacaksak vazifenin büyüğü size düşer.


Babam, gecenin karanlığını yara yara ilerleyen kamyonda sessiz bir çığlık gibi “ Mevla görelim neyler” dedi. Tarlalar, dağlar, uçurumlar geçtik. Yeşilin yerini bir hüzün sarısı aldı. Varacağımız şehirde tarifsiz bir yas dumanı yükselirken; biz sabah ezanlarıyla şehre giriyorduk.


Polis lojmanlarına yerleştik. Eşyalar salonun ortasında dağınık bir şekilde duruyordu. Babam uykusuzluktan bitkin düşmüştü. Bir koltuğa ilişiverdi. Ben odaları dolanırken evimizin tam karşısında bir park gördüm. Yol boyunca hep dua etmiştim; Allah’ım yakınlarda bir park olsun diye. Duam kabul olmuştu. Babamı pencereye doğru çekip ona parkı gösterdim. Babamın boynuna atılarak; İçinde kaydırak var, salıncak var, tahterevalli var… Her şey var baba, dedim. İyi ki gelmişiz buraya. Sabah, parkın önünde aldık soluğu. Parkın etrafı baştanbaşa dikenli tellerle kaplanmıştı. Kapısında da kocaman bir kilit vardı. İnsanlar dışarıdan çocuklarına parkı gösterip evlerine gitmekteydiler. Bir kadın oğluna parktaki şeylerin ne olduğunu Kürtçe soruyordu. Bir diğeri parkın karşısındaki banka oturmuş oğluna parktaki eşyaların resmini çizdiriyordu. Biz ise babamla bir parka neden kilit vurulur diye düşünüyorduk. Çok şükür oradan geçen, sonradan Türkçe öğrenen epeyi yaşlı bir amca merakımızı giderdi; “Güvenlik sebebiyledir. Parkın karşısında bu polis lojmanı, asker lojmanları var ya. Onlara bir saldırı olmasın diye, kapatmış devlet.” Bu şehirdeki ilk hayal kırıklığımı o zaman yaşamıştım. Önümde kocaman bir park duruyordu ve ben sadece ona uzaktan bakabiliyordum. Parka o gün bir isim koydum; Öksüz Park!


Resmi kıyafetler çıkarıldı, saç sakal uzatıldı. Yeni çevre, yeni arkadaşlar… Babam yeni görevini öğrenmeden öksüz parkı sordu komisere. Acaba orayı açamaz mıyız? Oyuna oyalanmaya vakit olmadığını söylemiş komiser. Babam “aslında” diye başlamış söze. Sözü yarım kalmış. Tamamlanmasına izin verselerdi babam şöyle diyecekti; “Orayı aslında kullanıma açsak çocuklar koşup oynasalar, çocukluklarını yaşasalar her şey daha farklı olmaz mı?” O gün, orada onu diyemedi ama bu toprakların kardeşçe yaşanacak bir gül bahçesine dönüşeceği ümidini de hiç yitirmedi. 


Babam yeniden çocuk şubede göreve başladı. Nezarethane de tutulan ve olaylara karışan çocuklara nasihat vermekle görevlendirildi. Eline bir Vatandaşlık Bilgisi kitabı tutuşturuldu, demir parmaklıkların bir tarafında çocuklar, diğer tarafında babam kitaptan bölümler okunması istendi. Babam gönülsüzde olsa, bu yöntemin çok işe yaramayacağını düşünse de amirlerine karşı gelmedi. Emir demiri kesti anlayacağınız. Çocuklardan kimi uyur numarası yaptı, kimi kendi arasında konuştu. Babamın bu hareketi düşmanca bakışları üzerine çekmeye yetti de arttı bile. Bu yöntemin düşmanlığı arttırmaktan başka işe yaramadığını düşünen babam “Ya Sabır” çekip devam etti.


Babam, işinden vakit buldukça bana bu küçük şehri dolaştırmaya başladı. Babam; bir şehir, o şehrin insanları, kültürü, fotoğraflardan, kartpostallardan, kulaktan dolma şeylerle tanınmaz derdi. Bir yer hakkında karar vermek için oranın çarşılarında dolanmak, insanlarına dokunmak, sofralarına oturmak gerektiğini söylerdi. Bu sırada Merhamet Bakkaliyesinin sahibi Muhlis amcayla tanıştık. Bu amca Hz. Ali, Ehl-i Beyt aşığı bir insandı. Bakkala gelen çocuklara şiirler verir, ezberleyip gelenleri çikolatalarla, bisküvilerle ödüllendirirdi. Ne yalan söyleyim bu sayede birçok arkadaşımla beraber çikolatalar, bisküviler yedim. Başlıyorum Muhlis amca; Kürt’ü Türk’ü ve Çerkes’i/Hep Âdem’in oğlu kızı/Beraberce şehit gazi/Yanlış var mı ve neresi? Aferin kızım al bakalım şu çikolatayı. Benefşe oku bakalım şiirin devamını; Kuran’a bak, İncil’e bak/Dört kitabın dördü de Hak /Hakir görüp ırk ayırmak/ Hakikatte yüz karası.


Babam, bazen bakkalın dışında durur hayranlıkla bizi izlerdi. Babamın karakoldan sonra ikinci durağı burası oldu. Muhlis amcayla yedikleri içtikleri ayrı gitmezdi. Muhlis amca babamdaki bu şefkati ve merhameti işiyle bağdaştıramazdı. Benim yıllardır soramadığım o soruyu sordu, benim düşüncelerime tercüman oldu. Ben babama belki yüz kere iç sesimle bu soruyu sordum; Baba sen gerçekten polis misin? Bu silah, bu üniforma ne diye. Sonra işin özünü kavradım. Babam bir eski zaman dervişi olduğunu belli etmemek için böyle bir yol seçmişti. Silahı, üniformayı, mesleği perde yapmıştı kendine. Gerçi arkadaşları ona sofu Ali lakabını takmışlardı ama büyük sır hala gizliydi.


Babamla dağ dibindeki kahvaltı salonunda kahvaltımızı yapıp çıktığımız gün annemin nasıl vefat ettiğini sordum; Bir süre sustu, daldı uzaklara, anlatamadı… Babamın yüreği elvermedi anlatmaya. İsterseniz ben anlatayım. Babamla annem bir alışveriş merkezinde bana bir hediye almak için dolaştıklarında babama acil bir telefon gelmiş. Babam çıkmak zorunda kalmış. Bir süre sonra bir intihar saldırısı olmuş dışarıdaki durakta. Daha on altısında bir genç kendinin, onlarca insanın geleceğini parça parça etmiş. Ortalık darmaduman. Annem de ağır yaralanmış. Birkaç gün hastane de kalmış. Sonrası; bu çilesi bol dünya da Rabbim fazla bekletmemiş annemi. Annem, benden sonra doğu da güneydoğu da teröre bulaşmış bu gençlere bir yardım eli uzat demiş babama, ben mezarımda ancak öyle rahat ederim.


Babam nezarette tutulan bu gençlerin başlarını okşar, dertlerine ortak olurdu. Babam hiç kimsenin diline, dinine, rengine bakmadan sevmeyi öğretti bana. Gökkuşağının neden bu kadar güzel olduğunu o zaman anladım.


Babamın bu tavrı şer odaklarının dikkatini çoktan çekmiş, bileti çoktan kesilmişti. Bir de örgütün yakıp yıktığı bir okulu, yeniden insanların hizmetine sunmak istemesi işin tuzu biberi olmuştu. Geri dönüş yoktu artık. Son zamanlarda babama bir haller olmuştu, gözlerinden uyku kuşları uçmuştu sanki. Beni uyuttuktan sonra sokaklara çıkıp deli gibi dolanıyordu. Öksüz parkın demirlerine tutunup inliyordu; Ey kara gecede kara karıncayı gören Rabbim, bu saatte senin için yere kapananlar hatırına, senin için toprağa düşenlerin hatırına, bu dağın bu yeşilin hatırına, evlat hasretiyle ciğerleri yanan annelerin hatırına, birliğimizi beraberliğimizi bozma…


Okul, halkın desteğiyle çarçabuk ayağa kaldırılmıştı. Açılışa hazırdı. Eksikleri tamamlanmıştı. Nezaretteki çocuklar açılışta şarkı türkü söylemek için sahnedeydi. Ben sıramı beklerken babam yanıma geldi. Senin öksüz parkı açmaya gidiyorum. İzin aldım dedi, hadi gözün aydın. Baba “gitme” diyemedim. Sen türküne başlamadan gelirim. Yetişemezsem, uzaklarda olsam bile kızımın türküsüne eşlik ederim. Ağlamaklıydı. Sarıldı ve hızla gitti. Ben sahnedeydim türküme başlıyordum. “Dağlarına bahar gelmiş memleketimin” diye türküye başladım. Birkaç el silah sesi geldi. Boğazıma bir şeyler düğümlendi sanki. Olduğum yerde kalakaldım. Kanadı kırık serçe kuşlarını, yuvası bozulmuş karıncaları düşündüm. O kadar. Babam vurulduğunda ben sahnede umut türküleri söylüyordum. Sonra dönüp iç içe, farklı farklı renklerde çiçek açmış dağlara baktım. Bir sızı kaldı yüreğimin bir köşesinde.


Sonra yarım kalan okulumu teyzemin yanında tamamladım. Teyzem bana bir anne şefkatiyle yaklaştı. Beni en güzel okullarda okuttu. Yanında kalmamı istiyordu. Yapamadım. Babamın yattığı topraklara dönmek, oralarda öğretmenlik yapmaya kararlıydım.



Kader bizi yıllar sonra babamla yeniden buluşturdu. Hatıra defterimi kapattım. Öksüz parkta oynayan öğrencilerimi alıp eski bir okul minibüsüyle babamın mezarına doğru yola çıktık. Babamla geçtiğimiz yollardan, babamın çalıştığı karakolun önünden geçti minibüs. Ben düşüncelere daldım. Babam bana hep “incinsen de incitme” derdi. Gönlüme insan sevgisini o doldurdu. Yokluğunda anladım ki; gönülde her şeyin sırrı gizliymiş. Babam bu topraklara hizmet etmek istemişti. Hesapsız ve çıkarsız. Tertemiz bir neslin yetişmesi için mücadele etmişti. Sevgili babacığım işte hasretini çektiğin manzara. Biliyorum, aldığın verdiğin her nefes bu çocuklar içindi. Onların kardeşçe birada yaşaması içindi. Gözün aydın canım babacığım. Dağlarında bahar var.

 






 

 

2014 Yılı Hacı Bektaş Veli Kültür ve Sanat Etkinlikleri Kısa Öykü Yarışması Sonuçları:
1.İlyas ENGİZ “İÇİ PIR PIR ETMİŞ” adlı öykü ile.
2.Fehmi SALIK “BİR MAHPUSUN GÜNLÜĞÜ” adlı öykü ile.
3.Erdal GÖZE “DAĞLARINA BAHAR GELMİŞ MEMLEKETİMİN” adlı öykü ile.

2014 Yılı Hacı Bektaş Veli Kültür ve Sanat Etkinlikleri Serbest Vezin Şiir Yarışması Sonuçları:
1.Fehmi SALIK "YÜCESİN GÖNÜL" adlı şiiri ile,
2.Dr. Salim ÇELEBİ “RENKLERİN BEYAZINDA” adlı şiir ile.
3.Yalçın Devrim BOZDAĞ "GÖNÜL YÜCEDİR YERYÜZÜNDEN" adlı şiir ile.

MANSİYON: Mustafa ERMİŞ "YENİDEN" adlı şiir ile.

MANSİYON: Okan KAYA "DÜNYA AYAKLAR ALTINDA" adlı şiir ile.

2014 Yılı Hacı Bektaş Veli Kültür ve Sanat Etkinlikleri Hece Vezni Şiir Yarışması Sonuçları:

1.Hasan İPEK "GÖNÜL" adlı şiir ile,

2.Nihat MALKOÇ “GÖNÜLE SESLENİŞ" adlı şiir ile.

3.Canfer BALÇIK “BİRİMİZ BİR BİNİMİZ BİR” adlı şiir ile.

MANSİYON: Ali Cem AKBULUT "GÖNÜL" adlı şiir ile.

MANSİYON: Yücel COŞKUN "CANLAR" adlı şiir ile.

 




Serbest Vezin Şiir Yarışması Birincisi

Fehmi SALIK

YÜCESİN GÖNÜL


 

Güzel gönül

Hoş gönül

Uluların dilinde

Kaleminde şairin

Büyüklüğün/zenginliğin

         bal damlası gibi süzülmüş dudaklardan:

“Hatayi hal çağında

Hak, gönül alçağında

Yüz bin Kâbe yapmaktır

Bir gönül al çağında…”

Nasıl bir dil

Nasıl bir us

Yüzyıllar önce ses vermiş

         O koca Yunus:

“Gönül Çalap’ın tahtı

Çalap gönüle bahtı

İki cihan bedbahtı

Kim gönül yıkar ise…”

 

Güzel gönül

Hoş gönül

Sınırsız bir umman

         tükenmez bir yolsun sen

Zaptı güç bir küheylan

         aşılmaz bir dağsın sen

Çiftçinin beklediği yağmur

         yoksulun teştinde yoğrulan

                   hamur gibisin

Yoksulda varsın/varsılda varsın

Bu fani bedene sığar

         koca dünyaya sığmazsın

Boyun ölçülmez

Daran alınmaz

Kefe kaldırmaz

O denli ağırsın…

 

Güzel gönül

Hoş gönül

Işık hızı, sıfır kalır yanında

İnsanın olduğu yerde sen varsın

An olur havalanır uçarsın birden

Yıldız toplarsın gökyüzünde

An olur köşkler/ saraylar kurarsın yeryüzünde

Süleyman olur taht’a geçersin an olur

Cariyeler/ köleler fır döner yörende

Gözünün önüne gelir oğul Mustafa

Tiksinir inersin tahttan

Uzak durursun saraydan/padişahtan…

 

Güzel gönül

Hoş gönül

Dağı deldiren sensin Ferhat’a

Kays’ı Mecnun eden sensin

Aslı için Kerem’i

Arzu için Kamber’i

         yakıp kül edensin…

 

Güzel gönül

Hoş gönül

Bir barış güvercinisin

         Hacı Bektaş’ın koynunda

                   sevgisin/ umutsun

Pir Sultan’da sazsın/ sözsün

         sıkılı bir yumruksun

                   inersin haksızın kafatasına

Direnir başkaldırırsın

         asana/ kesene/ yakana…

 

 

Güzel gönül

Hoş gönül

Şiirin hası olursun Nâzım’da

Bal olur damlarsın dudaklardan

Emeksin/ alınterisin artık

         süzülür/inersin yanaklardan

Irk/renk

Cins/ mezhep bilmezsin

İnsanda varsın sadece

İnsanda bir hazinesin…

 

Güzel gönül

Hoş gönül

Şairler seni anlatır

         sevgililer seni

Fırından yeni çıkmış

         buğulu ekmek gibisin

Sözün özü gönül

Gül dalında bülbül

         bülbülde ötüş

                   sevgili dudağında

                            gülüş gibisin…

 

 

 

 

 

 

2014 Yılı Hacı Bektaş Veli Kültür ve Sanat Etkinlikleri Kısa Öykü Yarışması Sonuçları:
1.İlyas ENGİZ “İÇİ PIR PIR ETMİŞ” adlı öykü ile.
2.Fehmi SALIK “BİR MAHPUSUN GÜNLÜĞÜ” adlı öykü ile.
3.Erdal GÖZE “DAĞLARINA BAHAR GELMİŞ MEMLEKETİMİN” adlı öykü ile.

2014 Yılı Hacı Bektaş Veli Kültür ve Sanat Etkinlikleri Serbest Vezin Şiir Yarışması Sonuçları:
1.Fehmi SALIK "YÜCESİN GÖNÜL" adlı şiiri ile,
2.Dr. Salim ÇELEBİ “RENKLERİN BEYAZINDA” adlı şiir ile.
3.Yalçın Devrim BOZDAĞ "GÖNÜL YÜCEDİR YERYÜZÜNDEN" adlı şiir ile.

MANSİYON: Mustafa ERMİŞ "YENİDEN" adlı şiir ile.

MANSİYON: Okan KAYA "DÜNYA AYAKLAR ALTINDA" adlı şiir ile.

2014 Yılı Hacı Bektaş Veli Kültür ve Sanat Etkinlikleri Hece Vezni Şiir Yarışması Sonuçları:

1.Hasan İPEK "GÖNÜL" adlı şiir ile,

2.Nihat MALKOÇ “GÖNÜLE SESLENİŞ" adlı şiir ile.

3.Canfer BALÇIK “BİRİMİZ BİR BİNİMİZ BİR” adlı şiir ile.

MANSİYON: Ali Cem AKBULUT "GÖNÜL" adlı şiir ile.

MANSİYON: Yücel COŞKUN "CANLAR" adlı şiir ile.

 




Serbest Vezin Şiir Yarışması İkincisi

Dr. Salim ÇELEBİ

RENKLERİN BEYAZINDA

 

 

Kalkın!         

Kalkın ve duyun

                      sesler geliyor derinden!

Zaman suskun

yitirmiş karanlığı kederinden

is sinmiş gecenin ayazına!

Başındaki baret

otuz yıldır hasret

ışığına Güneşin

                       renklerin beyazına!

Ey sabır.

Behey öfkemizin efendisi

gönlümüzün barış elçisi

                                    sabır

inişli çıkışlı ne zorlu yolsun!

Güç birlikten doğacaktır

birlikte haykırıyoruz: Başın sağ olsun.

 

Kalkın!

Kalkın ve yakın

                        karanlığa bir çıra.

Fark etmez tadı

bir fincan kahve bile

üretebiliyor kırk yıllık bir hatıra.

Fersiz gözlerin

yersiz sözlerin

                    zamanı değil,

kader

kaza uzmanı değil:

Sonuç sebepten,

insan

kan

kemik

ve etten

doğar.

İlmik ilmik eklenir

halka halka kenetlenir

                                   gönül bağımız:

Tüm acıları kovar, kovar, kovar.

 

Kalkın!

Kalkın ve bakın

                     kitap gibi açtık yüreğimizi.

Fikirdir ürettiği aklın,

 

nefreti yasaklayın

satır satır

             sayfa sayfa okuyun bizi.

                                                                                                                                                                   Ne yangından mal kaçırdık

ne de gün gibi ışıyan aklımızı.

Kabardı öfkemiz

                        sevgiyle sardık;

eğilmedik, eğmedik başımızı.

Biz ki

vicdanıyız doğanın:

                               Adaletle yoğrulan.

İrfanıyız toplumun:

                               Bilimlerle yön bulan.

Bir faniyiz Dünyada:

                               Ölümlerle savrulan.

Nerede, nasıl, ne sanırsan san;

biz ki

insanız: İnsan!

 

Kalkın!

Kalkın ve görün

                         göveriyor gerçekler.

Ölüm derman

gönül ferman

                     dinlemiyor

çeliğe su veriyor gerçekler.

Anladık ve iyi biliyoruz ki şunu,

sağduyu silahımız

eritiyor yuvasından fırlayan kurşunu.

Tasamız değil ömrümüz

gerektiğinde bir yük;

akıl alamayacak

                         kadar büyük

yakalanamayacak

                        kadar zengin gönlümüz.

Umudumuz seninle anlam buluyor

inanıyor gereğine,

ateş düşerse yüreğine

seninle endam buluyor.

Hiçiz sensiz.

Baş tacımızdır dirliğin

amacımızdır birliğin.

 

 

 

 

 

 

2014 Yılı Hacı Bektaş Veli Kültür ve Sanat Etkinlikleri Kısa Öykü Yarışması Sonuçları:
1.İlyas ENGİZ “İÇİ PIR PIR ETMİŞ” adlı öykü ile.
2.Fehmi SALIK “BİR MAHPUSUN GÜNLÜĞÜ” adlı öykü ile.
3.Erdal GÖZE “DAĞLARINA BAHAR GELMİŞ MEMLEKETİMİN” adlı öykü ile.

2014 Yılı Hacı Bektaş Veli Kültür ve Sanat Etkinlikleri Serbest Vezin Şiir Yarışması Sonuçları:
1.Fehmi SALIK "YÜCESİN GÖNÜL" adlı şiiri ile,
2.Dr. Salim ÇELEBİ “RENKLERİN BEYAZINDA” adlı şiir ile.
3.Yalçın Devrim BOZDAĞ "GÖNÜL YÜCEDİR YERYÜZÜNDEN" adlı şiir ile.

MANSİYON: Mustafa ERMİŞ "YENİDEN" adlı şiir ile.

MANSİYON: Okan KAYA "DÜNYA AYAKLAR ALTINDA" adlı şiir ile.

2014 Yılı Hacı Bektaş Veli Kültür ve Sanat Etkinlikleri Hece Vezni Şiir Yarışması Sonuçları:

1.Hasan İPEK "GÖNÜL" adlı şiir ile,

2.Nihat MALKOÇ “GÖNÜLE SESLENİŞ" adlı şiir ile.

3.Canfer BALÇIK “BİRİMİZ BİR BİNİMİZ BİR” adlı şiir ile.

MANSİYON: Ali Cem AKBULUT "GÖNÜL" adlı şiir ile.

MANSİYON: Yücel COŞKUN "CANLAR" adlı şiir ile.

 




Serbest Vezin Şiir Yarışması Üçüncüsü

Yalçın Devrim BOZDAĞ

GÖNÜL YÜCEDİR YERYÜZÜNDEN

 

 

Sınırları var ülkelerin,

Nehirlerin, göllerin,

Göz alabildiğine uzayan denizlerin.

Her şeyin bir sınırı var elbet,

Öyle uçsuz bucaksız değil gördüklerin...

 

Sınırlı mesela yeryüzündeki cevher,

Bugün var, yarın yok...

Mal mülk dersen,

Bir depremlik işi var.

Yağmaya görsün deli yağmur,

Bir bakmışsın,

Sel almış varını yoğunu.

 

Zulüm dersen,

Onun da sınırı var.

Taş çatlasın canını alır hani.

Bir mermi kaç kişiyi vurabilir ki...

Kaç serçe düşer sapan taşından.

 

Ne çok kirlenmiş şu gökyüzü.

Buğday tarlaları, asfalt yollar.

İhanet fışkırır geceden.

Dört bir yanın, ölüm tuzağı.

 

Yine de yeşerir umut,

Alır can suyunu göz yaşından.

Gönlümüz taze bir gökkuşağı,

Her bir renge muhtaç.

 

 

Okyanuslar boğulur içinde,

Yedi deryalar, ummanlar...

Budandıkça coşar sevgi dalı,

En körlenmiş gözesinden.

Kaç dünya sığar kim bilir içine,

Kaç gezegen, kaç yıldız.

Bir atom gibi patlar yüreğinde,

Kahpelikler...

 

Dışarıda ise kirli bir dünya,

Omuzlarda cesetler,

Yorgun çınar gölgesinde,

Yaralı bir kadın çığlığı.

Kimsesiz ve bi çare.

Göçüklerde kara cengaverler,

Kan süzülür ekmeklerinden...

 

Kim bilir kaç hüzün sığar bu gönüle,

Kaç gözyaşı, kaç keder,

Yeryüzünden kovulmuş kaç aşk sığar,

Kaç dost, kaç arkadaş.

 

Bir köşküm var canevimde.

Duvarları sevgiden,

Bahçesinde gül ağaçları.

Ayaklarımız bassa da toprağına,

Doyursa da bizi cömertçe,

Kucaklasa da ölülerimizi çıkarsız,

 

Gönül yücedir yeryüzünden……...

 

 

 

 

 

 

 

2014 Yılı Hacı Bektaş Veli Kültür ve Sanat Etkinlikleri Kısa Öykü Yarışması Sonuçları:
1.İlyas ENGİZ “İÇİ PIR PIR ETMİŞ” adlı öykü ile.
2.Fehmi SALIK “BİR MAHPUSUN GÜNLÜĞÜ” adlı öykü ile.
3.Erdal GÖZE “DAĞLARINA BAHAR GELMİŞ MEMLEKETİMİN” adlı öykü ile.

2014 Yılı Hacı Bektaş Veli Kültür ve Sanat Etkinlikleri Serbest Vezin Şiir Yarışması Sonuçları:
1.Fehmi SALIK "YÜCESİN GÖNÜL" adlı şiiri ile,
2.Dr. Salim ÇELEBİ “RENKLERİN BEYAZINDA” adlı şiir ile.
3.Yalçın Devrim BOZDAĞ "GÖNÜL YÜCEDİR YERYÜZÜNDEN" adlı şiir ile.

MANSİYON: Mustafa ERMİŞ "YENİDEN" adlı şiir ile.

MANSİYON: Okan KAYA "DÜNYA AYAKLAR ALTINDA" adlı şiir ile.

2014 Yılı Hacı Bektaş Veli Kültür ve Sanat Etkinlikleri Hece Vezni Şiir Yarışması Sonuçları:

1.Hasan İPEK "GÖNÜL" adlı şiir ile,

2.Nihat MALKOÇ “GÖNÜLE SESLENİŞ" adlı şiir ile.

3.Canfer BALÇIK “BİRİMİZ BİR BİNİMİZ BİR” adlı şiir ile.

MANSİYON: Ali Cem AKBULUT "GÖNÜL" adlı şiir ile.

MANSİYON: Yücel COŞKUN "CANLAR" adlı şiir ile.

 




Serbest Vezin Şiir Yarışması Mansiyon

Mustafa ERMİŞ

YENİDEN

 

 

Gönül ışıklarını Ali’m yakarken,

Evlat acısı içinde kıvranan,

Fadime Anamız; gösterdi aşkın yerini.

Hünkâr’ım işaretledi,

Gönül gözü ile görmeyi.

Kutlu Melek, eşitliği ve evrenselliği suladı.

Dedem der ki; marifet,

İnsanı sevmeyi bilmelisin,

Onurlu yaşamayı öğrenmelisin…

 

Ey aktif sevgi duygusu,

Ey hayatın kurucu sanatçıları,

Unutma;

Dost - düşmanla,

Fakir - zenginle,

İşçi - işverenle,

Güneş-yıldızlarla,

Birbirine eş ve kardeştir…

 

“Değirmen iki taştan,

Muhabbet iki baştan” olur derler.

Ey kardeşim,

Hadi gel gönül ibadeti edelim,

Hadi gel helalleşelim.

De haydi,

Her bir şeyi akıl yoluna koyacak

Ya akıl sapıtırsa, onu yoluna kim koyacak?

 

Ey insan,

Gönül sesi asla solmaz,

Gün karartan bir insandan, tatlı kıralı olmaz.

Kursak kavurgasını,

Gönül sevgiliyi ararken,

Sen,

Ne zaman hayata borcunu ödeyeceksin?

Ne zaman insana özgürlüğünü vereceksin?

 

Ey gönül gözü görmeyenler,

Ey cansız ders kitapları olan aydınlar,

Ne zaman etrafınızı aydınlatacaksınız?

 

Ey buğdaydan ilk ekmeği yapan,

Paylaşan gönül,

Ey doğruyu yanlıştan ayıran gönül,

Bizleri-Sizleri-Onları,

Birleştiren, kucaklayan gönül,

Hangi varsılın gücü sana yeter?

Gönlümde Hak,

Yanımda insan varken,

Kıbleyi gösteren pusulayı ne yapayım...

 

Sev dedi gönül, sev,

Ağacı, taşı, toprağı

Güneşi, yıldızları sev,

Bütün yaratılmışların başında, insanı sev.

Her canlıya, ‘Can Veren’i sev.

Sev ki aydınlık yarınları göresin.

Sev ki mutluca, Hakka eresin…

 

Ey varsıllık,

Ey dünya,

Nefsi bozuk insana mı emanetsin?

Öyleyse, karanlıksın, yıkımcısın,

Sen ocaklar söndürürken,

Ey gönül ne mutlu;

Sen umut ve hayat taşıyıcımızsın...

 

Ey insanoğlu,

De haydi gir gönlüme, tut elimden,

Mana secdesinde,

Gönüller “Uyarıcı”sı Hünkâr’ı mı gör.

Hele bir de:

Hakk bize konuk olsun da gör…

 

Uyan ey insan, uyan,

De haydi kalk, sen de birini uyandır.

Şimdi yatacak zaman mıdır?

Derler ki:

“Çalıda gül bitmez,

Cahile söz yetmez”

Ey evrensel dilin ustası gönül, söyle bana;

İnsanın neye gücün yetmez?  2014

 

 

 

 

 

 

2014 Yılı Hacı Bektaş Veli Kültür ve Sanat Etkinlikleri Kısa Öykü Yarışması Sonuçları:
1.İlyas ENGİZ “İÇİ PIR PIR ETMİŞ” adlı öykü ile.
2.Fehmi SALIK “BİR MAHPUSUN GÜNLÜĞÜ” adlı öykü ile.
3.Erdal GÖZE “DAĞLARINA BAHAR GELMİŞ MEMLEKETİMİN” adlı öykü ile.

2014 Yılı Hacı Bektaş Veli Kültür ve Sanat Etkinlikleri Serbest Vezin Şiir Yarışması Sonuçları:
1.Fehmi SALIK "YÜCESİN GÖNÜL" adlı şiiri ile,
2.Dr. Salim ÇELEBİ “RENKLERİN BEYAZINDA” adlı şiir ile.
3.Yalçın Devrim BOZDAĞ "GÖNÜL YÜCEDİR YERYÜZÜNDEN" adlı şiir ile.

MANSİYON: Mustafa ERMİŞ "YENİDEN" adlı şiir ile.

MANSİYON: Okan KAYA "DÜNYA AYAKLAR ALTINDA" adlı şiir ile.

2014 Yılı Hacı Bektaş Veli Kültür ve Sanat Etkinlikleri Hece Vezni Şiir Yarışması Sonuçları:

1.Hasan İPEK "GÖNÜL" adlı şiir ile,2014 Öykü-Şiir Yarışması

2.Nihat MALKOÇ “GÖNÜLE SESLENİŞ" adlı şiir ile.2014 Öykü-Şiir Yarışması

3.Canfer BALÇIK “BİRİMİZ BİR BİNİMİZ BİR” adlı şiir ile.2014 Öykü-Şiir Yarışması

MANSİYON: Ali Cem AKBULUT "GÖNÜL" adlı şiir ile.

MANSİYON: Yücel COŞKUN "CANLAR" adlı şiir ile.

 




Serbest Vezin Şiir Yarışması Mansiyon

Okan KAYA

DÜNYA AYAKLAR ALTINDA

 

 

Kazanmakta var

Kaybetmekte

Tercih senin

Ya kazanırsın ya da kaybedersin

 

Diğerleri farkında değildi belki onun gibi

Dünya malı dünyada kalır dedi

Bir tohum ekti önce

Sonra biçti binlerce

 

Verdik toprağa insanlığı

Gönlü dünyadan büyük

Pirimiz Hacı Bektaş Veliyi

 

O kazananların safında yer aldı

Dünyayı büyütmedi ışıldayan gözlerinde

Açtı gönül kapısını

Binlerce tanrı misafirine

 

İnsan gözünde küçülttükçe dünyayı

Büyür gönül deryasında

Bir de bakmış ki

Küçücük dünya ayaklarının altında

 

 

 

 

 

 

2014 Yılı Hacı Bektaş Veli Kültür ve Sanat Etkinlikleri Kısa Öykü Yarışması Sonuçları:
1.İlyas ENGİZ “İÇİ PIR PIR ETMİŞ” adlı öykü ile.
2.Fehmi SALIK “BİR MAHPUSUN GÜNLÜĞÜ” adlı öykü ile.
3.Erdal GÖZE “DAĞLARINA BAHAR GELMİŞ MEMLEKETİMİN” adlı öykü ile.

2014 Yılı Hacı Bektaş Veli Kültür ve Sanat Etkinlikleri Serbest Vezin Şiir Yarışması Sonuçları:
1.Fehmi SALIK "YÜCESİN GÖNÜL" adlı şiiri ile,
2.Dr. Salim ÇELEBİ “RENKLERİN BEYAZINDA” adlı şiir ile.
3.Yalçın Devrim BOZDAĞ "GÖNÜL YÜCEDİR YERYÜZÜNDEN" adlı şiir ile.

MANSİYON: Mustafa ERMİŞ "YENİDEN" adlı şiir ile.

MANSİYON: Okan KAYA "DÜNYA AYAKLAR ALTINDA" adlı şiir ile.

2014 Yılı Hacı Bektaş Veli Kültür ve Sanat Etkinlikleri Hece Vezni Şiir Yarışması Sonuçları:

1.Hasan İPEK "GÖNÜL" adlı şiir ile,

2.Nihat MALKOÇ “GÖNÜLE SESLENİŞ" adlı şiir ile.

3.Canfer BALÇIK “BİRİMİZ BİR BİNİMİZ BİR” adlı şiir ile.

MANSİYON: Ali Cem AKBULUT "GÖNÜL" adlı şiir ile.

MANSİYON: Yücel COŞKUN "CANLAR" adlı şiir ile.

 

 



Hece Vezni Şiir Yarışması Birincisi

Hasan İPEK

GÖNÜL

 

 

Gönül kuş misali yüksekten uçar
Çırpınır, süzülür kanadın açar
Bazen coş eyleyip kendinden geçer

Bin yıl yaşamıştır kocadır gönül.

Hayal eder yıldızlara erişir
Yaşamışla yaşayanla görüşür
Işık olur ışıklarla yarışır
Gündüzü bırakır gecedir gönül.


Sel olur dağlardan çağlayıp akar
Geçit verilmezse bendini yıkar
Umulmadık yerde karşına çıkar

Bazen acılardan acıdır gönül.

Gündüz demez gece demez yol alır
Dünyada en üstün kendini bilir

Gün olur yorulur yollarda kalır
Kimse halin sormaz nicedir gönül.


Pirin dergâhına çıkar oturur
Sohbet eder türlü misal getirir

İnsanlığa değer verir yetirir
Birdem yücelerden yücedir gönül.


Yol yokuştur özler durur engini
Çok aradı bulamadı dengini

Deli gönlüm bu dünyanın zengini
Malı yoktur ama yücedir gönül.


Divanedir deli gönül uslanmaz
Altın gibi yerde yatar paslanmaz

Arifane bilir ama seslenmez
Her duruşu sözdür hecedir gönül.


Haksızlığa başkaldırır ser verir
Boş bulunur yâd ellere sır verir
Âşık olur sevilere yer verir
Yârin hanesinde bacadır gönül.


Aşarak dağları uzaktan gelir
Oturup dergâhta dersini alır

Dört kapı kırk makam erkânı bilir
Okunur kitapta hecedir gönül.

....
....... der niçin gönül kırayım
O yürüsün ben ardından varayım

Dost gönlünde kuruludur sarayım
Bir dem padişahtan yücedir gönül.

 

 

 

 

 

 

2014 Yılı Hacı Bektaş Veli Kültür ve Sanat Etkinlikleri Kısa Öykü Yarışması Sonuçları:
1.İlyas ENGİZ “İÇİ PIR PIR ETMİŞ” adlı öykü ile.
2.Fehmi SALIK “BİR MAHPUSUN GÜNLÜĞÜ” adlı öykü ile.
3.Erdal GÖZE “DAĞLARINA BAHAR GELMİŞ MEMLEKETİMİN” adlı öykü ile.

2014 Yılı Hacı Bektaş Veli Kültür ve Sanat Etkinlikleri Serbest Vezin Şiir Yarışması Sonuçları:
1.Fehmi SALIK "YÜCESİN GÖNÜL" adlı şiiri ile,
2.Dr. Salim ÇELEBİ “RENKLERİN BEYAZINDA” adlı şiir ile.
3.Yalçın Devrim BOZDAĞ "GÖNÜL YÜCEDİR YERYÜZÜNDEN" adlı şiir ile.

MANSİYON: Mustafa ERMİŞ "YENİDEN" adlı şiir ile.

MANSİYON: Okan KAYA "DÜNYA AYAKLAR ALTINDA" adlı şiir ile.

2014 Yılı Hacı Bektaş Veli Kültür ve Sanat Etkinlikleri Hece Vezni Şiir Yarışması Sonuçları:

1.Hasan İPEK "GÖNÜL" adlı şiir ile,

2.Nihat MALKOÇ “GÖNÜLE SESLENİŞ" adlı şiir ile.

3.Canfer BALÇIK “BİRİMİZ BİR BİNİMİZ BİR” adlı şiir ile.

MANSİYON: Ali Cem AKBULUT "GÖNÜL" adlı şiir ile.

MANSİYON: Yücel COŞKUN "CANLAR" adlı şiir ile.





Hece Vezni Şiir Yarışması İkincisi

Nihat MALKOÇ

GÖNÜLE SESLENİŞ

 

 

Yaşadığın onca müşkülü, derdi

Çabuk unutursun, azarsın gönül!...

Vefalı âşıklar, vuslata erdi

Seven yüreklere pazarsın gönül!...

 

Hüzünlü nağmeler gelirken dile

Kararlı yürüyen, varır menzile

Sevdaya dâhildir çekilen çile

Gözyaşıyla destan yazarsın gönül!...

 

Gözünü açarsın güneşten erken

Zaman akıp gider; gün, ay, yıl derken…

Aslına rücu et, mühletin varken

Kendi mezarını kazarsın gönül!...

 

Kanaate talip, gönül zengini…

Dengeli yürüyen, bulur dengini

Sakınmaz, aşikâr eder rengini

Gözbebeklerimde nazarsın gönül!...

 

Hicran gözyaşları sele karışır

Hüzünlü nağmeler tele karışır

Vuslatın kokusu yele yarışır

Yarım kalmış aşka, mezarsın gönül!...

 

Pervaneler gibi, ateşe koştun

Aşkın iksiriyle, coştukça coştun

Muhabbet bağında; işveli, hoştun

Tuzakları bir bir bozarsın gönül!...

 

Yalın ayak düştün, aşkın peşine

Yârin gül sureti, girer düşüne

Sadakat yaraşır sadık eşine

Yürek sahrasında tozarsın gönül!...

 

Eritir kar’ımı hasret ateşi

İçimi ısıtır sevda güneşi

Gönül özge civan, bulunmaz eşi

Aşkın mahremine sızarsın gönül!...

 

Gönül bir kuyudur, bulunmaz dibi

Enginlerde uçar, güvercin gibi

Sesine ses veren, göğüsler ipi

Yolundan dönene kızarsın gönül!..

 

 

 

 

 

 

2014 Yılı Hacı Bektaş Veli Kültür ve Sanat Etkinlikleri Kısa Öykü Yarışması Sonuçları:
1.İlyas ENGİZ “İÇİ PIR PIR ETMİŞ” adlı öykü ile.
2.Fehmi SALIK “BİR MAHPUSUN GÜNLÜĞÜ” adlı öykü ile.
3.Erdal GÖZE “DAĞLARINA BAHAR GELMİŞ MEMLEKETİMİN” adlı öykü ile.

2014 Yılı Hacı Bektaş Veli Kültür ve Sanat Etkinlikleri Serbest Vezin Şiir Yarışması Sonuçları:
1.Fehmi SALIK "YÜCESİN GÖNÜL" adlı şiiri ile,
2.Dr. Salim ÇELEBİ “RENKLERİN BEYAZINDA” adlı şiir ile.
3.Yalçın Devrim BOZDAĞ "GÖNÜL YÜCEDİR YERYÜZÜNDEN" adlı şiir ile.

MANSİYON: Mustafa ERMİŞ "YENİDEN" adlı şiir ile.

MANSİYON: Okan KAYA "DÜNYA AYAKLAR ALTINDA" adlı şiir ile.

2014 Yılı Hacı Bektaş Veli Kültür ve Sanat Etkinlikleri Hece Vezni Şiir Yarışması Sonuçları:

1.Hasan İPEK "GÖNÜL" adlı şiir ile,

2.Nihat MALKOÇ “GÖNÜLE SESLENİŞ" adlı şiir ile.

3.Canfer BALÇIK “BİRİMİZ BİR BİNİMİZ BİR” adlı şiir ile.

MANSİYON: Ali Cem AKBULUT "GÖNÜL" adlı şiir ile.

MANSİYON: Yücel COŞKUN "CANLAR" adlı şiir ile.

 




Hece Vezni Şiir Yarışması Üçüncüsü

Canfer BALÇIK

BİRİMİZ BİR BİNİMİZ BİR

 

 

Geldik gönül hanenize

Gözümüz bir, gönlümüz bir

Yok birbirinden farkımız

Birimiz bir, binimiz bir

 

Tüm insanlar baş tacımız

Toyumuz bir, yasımız bir

Yüreğimiz yüzümüzde

Mevla’mız bir, duamız bir

 

Yoktur ayrımız, gayrımız

Baran’ımız, Can’ımız bir

Bu topraktan feyz alırız

Deryamız bir, semamız bir

 

Metiniz tüm acılarda

Vakarımız, şanımız bir

Ay-yıldızı sarmalayan

Bedenimiz, kanımız bir

 

Haram yoktur aşımızda

Katığımız, çorbamız bir

Gazi Kemal başımızda

Tahtımız bir, tacımız bir

 

Barış ve huzur ilkemiz

Kaderimiz, acımız bir

Yok birbirinden farkımız

Gardaşımız, bacımız bir

 

Öfke yoktur sözümüzde

Mizanımız, ölçümüz bir

Azı çoğa ezdirmeyiz

Çoğumuz bir, azımız bir

 

Paylaşırız helalinden

Güneşimiz, harımız bir

Gönüllerden ses veririz

İçimiz bir, dışımız bir

 

ARDAHAN’dan EDİRNE’ye

Doğu’muz bir, Batı’mız bir

Kibir yoktur hanemizde

Avlumuz bir, çatımız bir

 

Her yönden ışık alırız

Karşımız bir, berimiz bir

Beyaz, sarı, esmer, siyah

Rengimiz bir, derimiz bir

 

Geceden güne doğarız

Gördüğümüz rüyamız bir

Yoktur başka vatanımız

Gurbetimiz, sılamız bir

 

Biriz elbet her birimiz

İlmimiz bir, feyzimiz bir

Son bulacak dertlerimiz

Yolumuz bir, izimiz bir

 

Gönlümüzde bin dünya var

Dünümüz bir, günümüz bir

Yeter bütün kâinata

Yürekte hazinemiz bir.

 

 

 

 

 

 

 

2014 Yılı Hacı Bektaş Veli Kültür ve Sanat Etkinlikleri Kısa Öykü Yarışması Sonuçları:
1.İlyas ENGİZ “İÇİ PIR PIR ETMİŞ” adlı öykü ile.
2.Fehmi SALIK “BİR MAHPUSUN GÜNLÜĞÜ” adlı öykü ile.
3.Erdal GÖZE “DAĞLARINA BAHAR GELMİŞ MEMLEKETİMİN” adlı öykü ile.

2014 Yılı Hacı Bektaş Veli Kültür ve Sanat Etkinlikleri Serbest Vezin Şiir Yarışması Sonuçları:
1.Fehmi SALIK "YÜCESİN GÖNÜL" adlı şiiri ile,
2.Dr. Salim ÇELEBİ “RENKLERİN BEYAZINDA” adlı şiir ile.
3.Yalçın Devrim BOZDAĞ "GÖNÜL YÜCEDİR YERYÜZÜNDEN" adlı şiir ile.

MANSİYON: Mustafa ERMİŞ "YENİDEN" adlı şiir ile.

MANSİYON: Okan KAYA "DÜNYA AYAKLAR ALTINDA" adlı şiir ile.

2014 Yılı Hacı Bektaş Veli Kültür ve Sanat Etkinlikleri Hece Vezni Şiir Yarışması Sonuçları:

1.Hasan İPEK "GÖNÜL" adlı şiir ile,

2.Nihat MALKOÇ “GÖNÜLE SESLENİŞ" adlı şiir ile.

3.Canfer BALÇIK “BİRİMİZ BİR BİNİMİZ BİR” adlı şiir ile.

MANSİYON: Ali Cem AKBULUT "GÖNÜL" adlı şiir ile.

MANSİYON: Yücel COŞKUN "CANLAR" adlı şiir ile.

 




Hece Vezni Şiir Yarışması Mansiyon

Ali Cem AKBULUT

GÖNÜL

 

 

Ezeli mimarın kudret eliyle

Mamur eylediği mekândır gönül

Bin yıl vasfeylense kulun diliyle

Methi nihayetsiz beyandır gönül

 

Aşk ve muhabbetten bina olunmuş

Cümle mahlukattan aziz bilinmiş

Kâbe beytullahtan üstün kılınmış

Kusursuz haneyi Rahman’dır gönül

 

Aslı bir noktadır hayata ağar

On sekiz bin âlem içine sığar

Duygu güneşleri oradan doğar

Vücut ülkesine sultandır gönül

 

Ulu şehre benzer gayetten aktır

Sudan duru ana sütünden paktır

Kenarı köşesi hududu yoktur

Bir uçsuz bucaksız ummandır gönül

 

Tımar eylemezsen muhabbet atın

Zaptetmek ne mümkün Hayber’den çetin

İdrak aciz kalır kudreti metin

Zincirler koparan merdandır gönül

 

Enginden yücedir yüceden engin

Deryadan coşkundur topraktan dingin

Hatem Tay’dan cömert Karun’dan zengin

Esrar-ı derun-u insandır gönül

 

Aşkın ilmeğini takandır boyna

Leylaya mekandır arife ayna

Can sunarak destek olur Hüseyn’e

Doğrular uğruna kurbandır gönül

 

İnkisarı yıkar sarayı tahtı

Mermeri çatlatır azimi cahtı

Sırçadan naziktir kavidir ahtı

Nazar et ibretlik seyrandır gönül

 

Kimyası cevahir madeni esrar

Ne cinsiyeti ne milliyeti var

Doksanına değse sanma ihtiyar

Yüz yaşında yine civandır gönül

 

Hü deyip dolaşır durması yoktur

Ağyarin yanına varması yoktur

Yıkmaya gör sakın örmesi yoktur

Ustası bulunmaz virandır gönül

 

……..’yim vasfın eyledim zerre

Gönülden yol geçer ikiden bire

Eyvallah eyleyip Hazreti Pir’e

Şaha doğru giden kervandır gönül

 

 

 

 

 

 

 

2014 Yılı Hacı Bektaş Veli Kültür ve Sanat Etkinlikleri Kısa Öykü Yarışması Sonuçları:
1.İlyas ENGİZ “İÇİ PIR PIR ETMİŞ” adlı öykü ile.
2.Fehmi SALIK “BİR MAHPUSUN GÜNLÜĞÜ” adlı öykü ile.
3.Erdal GÖZE “DAĞLARINA BAHAR GELMİŞ MEMLEKETİMİN” adlı öykü ile.

2014 Yılı Hacı Bektaş Veli Kültür ve Sanat Etkinlikleri Serbest Vezin Şiir Yarışması Sonuçları:
1.Fehmi SALIK "YÜCESİN GÖNÜL" adlı şiiri ile,
2.Dr. Salim ÇELEBİ “RENKLERİN BEYAZINDA” adlı şiir ile.
3.Yalçın Devrim BOZDAĞ "GÖNÜL YÜCEDİR YERYÜZÜNDEN" adlı şiir ile.

MANSİYON: Mustafa ERMİŞ "YENİDEN" adlı şiir ile.

MANSİYON: Okan KAYA "DÜNYA AYAKLAR ALTINDA" adlı şiir ile.

2014 Yılı Hacı Bektaş Veli Kültür ve Sanat Etkinlikleri Hece Vezni Şiir Yarışması Sonuçları:

1.Hasan İPEK "GÖNÜL" adlı şiir ile,2014 Öykü-Şiir Yarışması

2.Nihat MALKOÇ “GÖNÜLE SESLENİŞ" adlı şiir ile.2014 Öykü-Şiir Yarışması

3.Canfer BALÇIK “BİRİMİZ BİR BİNİMİZ BİR” adlı şiir ile.2014 Öykü-Şiir Yarışması

MANSİYON: Ali Cem AKBULUT "GÖNÜL" adlı şiir ile.

MANSİYON: Yücel COŞKUN "CANLAR" adlı şiir ile.

 

 



Hece Vezni Şiir Yarışması Mansiyon

Yücel COŞKUN

CANLAR


Dar dünyayı zindan ettik biz bize,

Gönülden gönüle girelim canlar.

El ele, baş başa, omuz omuza;

Mutlu bir dünyayı kuralım canlar.

 

Bu nasıl bir dünya sabah olmuyor.

Karınlar doysa da gözler doymuyor

İnsanlık bir türlü huzur bulmuyor,

Önce kendimize soralım canlar.

 

İnsan büyük, dünya küçük bunu bil.

Hiçbir kuvvet gönülden zengin değil.

Ağlamak yararsız.Göz yaşını sil,

Aklımıza başa derelim canlar.

 

İnsan bu.. büyüktür dünyaya sığmaz.

Kula kulluk etmez, asla baş eğmez

Hak etmediğini geriye yığmaz;

Haram maldan uzak duralım canlar.

 

Emekle pişerse ekmeği aşı,

O zaman mutludur düşünen kişi.

Gönül zenginliği her şeyin başı;

Bu yüce erdeme erelim canlar.